Müşküle Köyü

Bursa ili İznik ilçesinin bir köyü, büyükşehir yasasına göre mahallesidir. Müşküle Köyü, İznik Gölü’nün güney sahili çevreleyen Katırlı Dağları’nın yamacında, İznik Gölü’ne hakim bir tepe üzerine kurulmuştur. Köyün birçok yerinden İznik Gölü rahatlıkla izlenebilir. Bursa-İznik karayoluna 2 km’lik yolla bağlanmaktadır. İznik ilçe merkezine 22, Bursa il merkezine 75 km uzaklıktadır. Köy, İznik ve Orhangazi ilçelerinin sınırındadır. Köyün doğusunda Mustafalı ve Göllüce Köyü, kuzeyinde İznik Gölü, batısında Narlıca Beldesi, güneyinde Yenişehir ilçesinin Süleymaniye Köyü bulunmaktadır.

Sözlü tarihi Selçuklulara giden köyün yazılı tarihi 16. yüzyıl başına gitmektedir. 1530 tarihli tahrirat (yazım) defterlerinde adı Müşkire biçiminde geçmekte ve hane sayısı 12 olarak belirtilmektedir. Köyün yeni mezarlığında bulunan 450 yıllık yazılı mezar taşları ve XIV. yüzyıl sonlarından kalma çınar ağaçları da köyün tarihinin eskiye dayandığı varsayımını kuvvetlendirmektedir.

1910 doğumlu İsmail Başaran’ın gençlik yıllarında Bursa Cezaevi’nde Nazım Hikmet’le tanışmasıyla yaşama bakışı bütünüyle değişti. Ardından Müşküle Köyü de değişti. Nazım Hikmet’in yönlendirmesiyle şiire başlayan Başaran, şiirinde kendi köyüyle ilgili duyarlılıklara ağırlık verdi.

Nazım Hikmet ile bağlarını ölümünden sonra da sürdüren köy halkı, Müşküle Nazım Hikmet Anma Platformu’nu kurarak Nazım Hikmet’i her yıl ölümünü takip eden hafta sonu anmaya devam etmektedir.

2021 yılından itibaren Macera Akademisi tarafından düzenlenecek tematik koşu etkinliği ile hem anma programının hem de köy sakinlerinin tarım ve el işi ürünlerini doğrudan tüketiciye ulaştırma kanallarının daha iyi duyurulması hedeflenmektedir.

www.muskulekoyu.com adresinde dolu dolu bilgi içeren bir web sayfası mevcuttur.

Müşkülelilerin kalemiyle Nâzım ile Müşküle ilişkisi

1940-50 yıllarında Bursa Cezaevi’nde yatan Türk Edebiyatı’nın usta isimlerinden Nazım Hikmet, Cinayetten hükümlü İsmail Başaran adındaki mahkûmla tanışır. İsmail Başaran Müşküle Köyü’ndendir.1941 yılında girdiği Bursa Cezaevi, esrar ve kumar yuvası değil, sanki bir okuldu. Orada önce, Nâzım’ın yaptırdığı tezgâhlarda dokuma öğrendi. Sonra şiiri sevdi orada. Nâzım’ı orada gördü. Nâzım’dan dünyayı gördü. Gözü açıldı, yüreği yumuşadı.

Temyiz dilekçesini yazarken tanımıştı İsmail Başaran onu. Ağabeyi Deli Hüseyin, kardeşinin Nâzım’la konuşmasına kızmıştı önceleri. Kısa zamanda İsmail Başaran, Nâzım’a hayran kalmış, ondan çok etkilenmişti. 1945 yılında, Nazım’ın onun için yazdığı dilekçe ile İmralı cezaevine nakledilir. Ama yaşamı değişmiştir.

Bugün üç-beş ay cezaevinde yatan kişiler dışarı çıktığında bitirim olurlar ya, kulüp adı altında kumarhane açar. Ya da mafyaya girer. Oysa İsmail Başaran ve Başköylü Balaban, katil olarak girdikleri cezaevinden birer sanatçı, aydın olarak çıkmıştı. Bunun sırrı da, elbette ki Nâzım Hikmet idi. 1948’de hapishaneden köyüne döndüğünde, artık o farklı bir kişiydi. Arkadaşı Fevzi Kavuk’un ifadesiyle son derece kibar, saygılı ve duygulu bir kişi olmuştu.

İsmail Başaran, bildikleriyle, görgüsüyle bambaşka biri olmuştu. Herkes bu değişikliği farketmişti. Kahvelerde, köy meydanında Nâzım’ın şiirlerini yüksek sesle okurdu. Önce arkadaşı Hasan Çakır ile köyde bir grup kurarak sanat, edebiyat ve siyaset sohbetleri yapmaya başladılar. Ülkeden ve dünyadan haberdar olmak için ise sürekli radyo, özellikle de Bizim Radyo’yu dinliyorlardı.

O tarihte tutucu bir köydü Müşküle. Köylüler DP ve CHP’li olmak üzere, temeli çok eski çelişkilere dayanan gruplaşmalar vardı. İnsanlar birbirine selam bile vermezdi.

İsmail Başaran, köydeki gençleri örgütleyip bir gençlik derneği kurarak başlar her şeye. Bu dernek sayesinde birbiriyle çatışan insanlar, bir araya gelir, köyde bir barış havası doğar. Çünkü köydeki cinayetlerin ardı arkası kesilmiyordu.

Birbiriyle konuşmayan, hatta düşman olanlar arasındaki gerilimler yumuşatıldı. En önemlisi de, kitap girmişti köye. Sıradan köylüler bile, günlük sanat, edebiyat ve siyasi gelişmelerden haberliydi artık. Gençler piyesler oynar, köy kahvesinde yüksek sesle kitaplar okunmaya başlanır. Dışarından, şehirden gelen bir kişinin, Anadolu’nun hiç bir köyünde asla rastlayamayacağı bir köy tipi olmuştu Müşküle. Sanırım o nedenle de, özellikle üniversite çevresi başta olmak üzere, köy sık sık ziyaret edilmeye başlandı. İstanbul ve Ankara’dan, neredeyse her gün bir-kaç aydın gelir olmuştu köye.

Kemal Tahir Yaşar Kemal ve Ressam Balaban da köye sık gelenlerdendi. Özellikle Balaban, köyde aylarca kalan aydınlardan biriydi.

Müşküle köyünde 18 yıl muhtarlık yapacak Fevzi Kavuk’un başını çektiği gençler, köyün ihtiyaçlarına da el atıp, imece yöntemi ile çok uzaklardaki bir suyu köye kazandırınca, tüm köylü onları sahiplendi. Artık toplantılara sadece gençler değil, orta yaşın üzerinde, hatta yaşlı denilebilecek insanlar da katılıyor, sosyalizm tartışılıyordu.

Nâzım’ın mezarı için dikilen çınar

Nazım Hikmet’in birinci ölüm yıl dönümü olan 3 Haziran 1964 tarihinde İznik’in Müşküle Köyü’nde O’nun vasiyetini yerine getirmek üzere 5-6 kişi bir araya gelir ve İznik Gölü’ne nazır bir zeytinliğin içine bir çınar dikerler. Nazım Hikmet’in mezarı bir gün Türkiye’ye getirilirse Nazım oraya gömülsün diye. Bursa Hapishanesinde Nazım Hikmet’i tanıyan Müşküleli İsmail Başaran, köyün genç muhtarı Fevzi Kavuk, çınarın dikildiği zeytinliğin sahibi Rıfat Talan ve Bursa’dan gelen yine Nazım Hikmet’in hapishane arkadaşı ressam İbrahim Balaban ve Mimar Emin Canpolat . Tüm köylü, namusları gibi uzun yıllar korudu bu çınarı. Suladı, budadılar onu. Dalları tüm Anadolu’yu kaplar gibi, büyüdü kısa zamanda. Ancak çınarın kaderi de, Nâzım’ın kaderi gibi kederli. Önce, 1979 yılında kestiler onu kökünden. Ama inat bu ya, kesildiği yerden gür filizler fışkırdı. mFakat 12 Eylül döneminde çınar ağacı yakılarak yok edilmiştir.

VASİYET
Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü,
Ölürsem kurtuluştan önce yani,
Alıp götürün
Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni.

Hasan beyin vurdurduğu
Irgat Osman yatsın bir yanımda
Ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp
Kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda.

Traktörlerle türküler geçsin altbaşından mezarlığın,
Seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu,
Tarlalar orta malı, kanallarda su,
Ne kuraklık, ne candarma korkusu.

Biz bu türküleri elbette işitecek değiliz,
Toprağın altında yatar upuzun,
Çürür kara dallar gibi ölüler,
Toprağın altında sağır, kör, dilsiz.

Ama bu türküleri söylemişim ben
Daha onlar düzülmeden,
Duymuşum yanık benzin kokusunu
Traktörlerin resmi bile çizilmeden.

Benim sessiz komşulara gelince,
Şehit Ayşe’yle ırgat Osman
Çektiler büyük hasreti sağlıklarında
Belki de farkında bile olmadan.

Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
-Öyle gibi de görünüyor –
Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni
Ve de uyarına gelirse,
Tepemde bir de çınar olursa
Taş maş da istemez hani…

Barviha Sanatoryumu – 27.04.1953

en_USEnglish